ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sunumları için teşekkür ediyorum.
Sizlerle, sektörün temsilcileriyle biz sahada da görüştük, balıkçılarla temasımız daha önce de oldu.
Şimdi Marmara Denizi’nde en büyük zarar gören gruplardan biri balıkçılar. Yalnız, Marmara Denizi de artık verimini gittikçe düşürüyor. Hem müsilajın sebep olduğu balıkların, yumurtaların, larvaların daha küçükken ölmeleri ve balık yuvalarının olduğu o dalyanların falan neredeyse tamamen dolguyla kapatılması Marmara’yı çok ciddi manada balık açısından fukaralaştırdı. Müsilajla birlikte bu dönem o yavru balıkların olmayacağı ve popülasyonun daha da azalacağı bekleniyor. Bu açıdan balıkçıların desteklenerek, tabiri caizse Marmara’nın nadasa bırakılmasıyla ilgili bir planlama konusunda ne düşünürsünüz? Ama bu sadece sizin sırtınızda değil, devletin de mutlaka balıkçılara destek vermesi şeklinde bir programla olmalı. Büyük teknelerin Marmara’da avlanması küçük balıkçılara çok ciddi bir zarar veriyor yani meslek olarak geçmişten beri bu işi yapan küçük balıkçı ailelerin “Bize balık kalmıyor.” şeklinde bir haklı serzenişleri var yani Marmara Denizi’nde bu kadar büyük gemilerle av yapılması sıkıntı doğuruyor.
Bu fitoplanktonların çoğalması, bunları yiyecek balıkların ortamda kalmaması, fitoplanktonların -daha çok zooplanktonların da beraberinde- daha da çoğalmasına… Ve sonuçta müsilaja yol açan etmenlerden biri de aşırı avlanma. Bu konuda bir yandan kirlilik, bir yandan küresel ısınma, bir yandan aşırı avcılık; bunların hepsinin birlikte kontrol altına alınması gerekiyor ve gelecek kuşaklara da balıkçılığın tür ve sayı bakımından çok olarak bırakılabilmesi için de tedbir almamız gerekiyor. Bu konuda hepimize bir sorumluluk düşüyor. Bu koruma, özellikle işte nadasa bırakma konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki mazot konusunda destek olunmalı. Yani sonuçta, tarım, hayvancılık, balıkçılık; bunlar Türkiye’nin gerçekten gıda güvenliği açısından da desteklenmesi gereken alanları ama burada da bu işin artık, büyüklerine karşı küçükleri de korumak gerekiyor, doğayı da korumak gerekiyor.
En son görüntüler vardı boğazda, işte “Her dönem biz orada zaten yapıyoruz.” diyorsunuz yani balığa kaçacak yer bırakmama şeklinde kamuoyuna bir yansıma oldu. Biraz daha kontrollü avcılık doğru olan değil midir?
Bir taraftan, yetiştiricilik konusunda başka bir alan var. Onlar doğrudan -zaten Marmara’da yok o artık- Marmara dışında. Yetiştiricilik ile balık avcılığı var. O büyük tekneler Marmara dışında, Ege’de, Karadeniz’de daha çok olsa daha iyi değil mi?
DENİZ ÜRÜNLERİ AVCILARI ÜRETİCİLERİ MERKEZ BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI MURAT KUL – Şimdi Sayın Vekilim, biz bu denizleri dört buçuk, beş ay nadasa bırakıyoruz. Dört buçuk, beş ay bir fabrikayı kapattığınız zaman o işletmenin ne hâle geleceğini görüyoruz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Desteklenmesi gerekir diyoruz, onu da belirtiyoruz zaten.
DENİZ ÜRÜNLERİ AVCILARI ÜRETİCİLERİ MERKEZ BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI MURAT KUL – Şimdi, bu sene aşırı derecede bir lüfer bolluğu var denizlerimizde, lüfer, çinekop bolluğu var; on dokuz yıldır görülmemiş bir şey. Balıkların üreme şekilleri tamamen şöyle olur: Deniz suyu… Karayel rüzgârları eserse 15 Nisandan sonra balıklar Karadeniz’e çıkar. Neden çıkar? Üremek için, çoğalmak için çıkarlar. Eğer karayel rüzgârları eserse, deniz suyu sıcak olursa bunların yumurtaları tutar. Bir balık milyonlarca yumurta bırakır ve bunun içinden 3 tanesi veya 5 tanesi tutar. Bu şekilde yumurtası tuttu bu lüferin, oldu; geçen sene de bir şekilde vardı, deniz suyu sıcak oldu, balık göç etmedi, boğazın içinde kaldı, tekrar Karadeniz’e çıktı, oldu. Bu, hava şartlarından dolayı değişir. Müsilajın yüzde 70’inin olma sebebi de geçen sene lodos rüzgârları çok esti ve deniz suyu soğumadı. Deniz suyu soğusaydı, bu, bu kadar etkili olmayacaktı. Çünkü biz bunlarla yıllardır karşılaşıyoruz. Ben daha önce, bu olay olmadan önce, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temizlerken bir “tweet” attım, dedim ki: “Az kaldı, yok olacak.” Dedi kii: “Neden arkadaşlar, niye?” Gündoğrusu poyrazlar esmeye başladı, gündoğrusu poyraz rüzgârları esince o kendini yavaş yavaş Marmara’dan dışarıya atmaya başladı ve bu bir şekilde azaldı. Bu bir çare mi? Hayır. Bu, bizim için bir fırsat oldu, bahane oldu. Bu bahaneyle biz bu dereleri ıslah edeceğiz. Ergene’nin pisliği varsa onları temizleyeceğiz.
Avcılık konusuna gelince Sayın Vekilim, biz dört buçuk, beş ay… Hani, “Büyük tekneler.” diyorsunuz, baktığınız zaman, bu teknelerin içinde 30 kişi var, aileleri var. Ha, bugün, devlet destekler, bedelini öder amenna, çekeriz bir kenara, bekleriz. Baktığınız zaman, burada hava şartları da var. Biz yirmi dört saat bu denizlerde değiliz. Baktığınız zaman, hava şartlarıyla beraber çalıştığımız gün sayısı belki üç, dört aydır. Yani maliyetler arttı, sıkıntılar büyük. Ben isterdim ki.. Şimdi bugün müsilajı konuşuyoruz; bizim daha büyük sorunlarımız vardır, çalıştırdığımız işçilerin sorunu vardır. Denizcilik Kanunu farklıdır, SSK’ye gittiğiniz zaman dışarıdaki insanlar farklı çalışır, denizdeki insanlar farklı çalışır. Bunların -hayat tarzı- yaşam standardını bizim yükseltmemiz için biz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama ne kadar başarılı oluyoruz? Ha, dediğim gibi, tartışılabilir, bana devlet destek olduktan sonra, ben bir kenara çekilirim ama benim tek kazancım bu. Benim elimde 42 metre teknem var; Eylül 1 oldu mu, Eylül 1’e kadar hazırlık yaparım, denize gitmeden, elemanlarımı alırım. Cebine -bizde “avans” derler, “polatka” deriz- 5 bin lira, 10 bin lira koyar, evine bırakır, tekneye gelir. 1-0 yenik denize çıkarım. Nedir? 1 milyon lirayı harcarım, 1 milyon borçlu denize çıkarım. Bir kere, çıkmadan önce 2 tanker akaryakıt alırım, depoları doldururum. Sadece 2 tanker akaryakıtı geçen sene 140 bin liraya alıyordum, şimdi 300 bin liraya alıyorum yani benim en büyük giderlerimden biri. E, çalışanların maaşı var, kaptanların maaşı var, ağ giderimiz var. Baktığınız zaman, biz ağ attığımız zaman, “Deniz hop balığı getir.” diye bir şey yok. Ağ yırtılıyor, takılıyor. Bugün bir ağın kilosu olmuş 150 lira. Baktığınız zaman, 150 liradan başlayan ağ kiloları var. Biz tonlarca, 100 ton, 50 ton, 20 ton ağ kullanıyoruz. Bunlar bir sıkıntı. Ha, bu sektörün ayakta durması lazım.
“Küçük balıkçı.” dediniz, bir sektörü korumak için, bir sektörü yok etmek de yanlış diye düşünüyorum. Tabii ki amenna, onlar da ayakta kalacaktır, biz de destek olacağız.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Siz onları yok etmeyin, onlar sizi yok etmesin.
DENİZ ÜRÜNLERİ AVCILARI ÜRETİCİLERİ MERKEZ BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI MURAT KUL – Tabii ki.
Biz aynı tavanın balığıyız baktığınız zaman, farklı değiliz, onlar da olacaktır; bir şekilde mücadele ediyor herkes, buradan bir ekmek yemeye çalışıyor, bizim de kazanç kapımız. Allah’tan bir Moritanya açıldı, arkadaşlarımızın birazı son yıllarda oraya gitti, 40-50 tekne. Bizim daha başka ülkeler bulmamız lazım, başka ülkelere gitmemiz lazım. Tabii ki bugün baktığınız zaman, devasa tekneler yine yapılıyor.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sınırlandırma gerekmiyor mu tekne sayısına? Bir karne, yeni tekne…
DENİZ ÜRÜNLERİ AVCILARI ÜRETİCİLERİ MERKEZ BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI MURAT KUL – Bu tartışılabilir ama buna baktığınız zaman, büyük, kapsamlı. Dediğimiz gibi, bu, buranın konusu değil. Buna bir bilim kurulu kurulmalı ve bunun içinde balıkçılar, bilim insanları, sizler olmalı; buna hep beraber karar veririz. Çünkü ben şurada konuşurken çok dikkat ediyorum yani bizim sektör farklıdır, şimdi derim ki: “Burada kota gelsin.” Sektörümün yüzde 50’si beni taşlar, “Niye istedin?” der; yüzde 50’si de alkışlar, “Çok güzel yaptın.” der. Yani sıkıntılı, adım atarken.
Şimdi, düşünüyoruz, dediğim gibi, bugün müsilaj için buradayız, Marmara için buradayız. Biz de ayakta kalmak zorundayız. Yani yasak, yasak, yasak; nereye kadar? Biz de bundan ekmek yiyoruz. Baktığınız zaman, Marmara’nın birçok yeri yasak. Ha, yasak olsun, koruyamadığımız yer de bizim değil. Şimdi bu yasaklarla beraber yeni tip insanlar çıktı; hiçbir şeyi yok adamın, gelmiş, bir tane tekne almış, kaçak girebiliyor, korkmuyor. Ya, beni atacak rüzgâr diye korkuyorum, ruhsatıma 3 kere işlese bu, devlet alıyor, tekneme el koyuyor ama bu adamların gözü hiçbir şey görmüyor. Yani koruyamadığımız yer de bizim değil.
Ben Gürcistan’a gittim, orada avcılık yaptım, koruma alanı ilan etmiş adam, koruma alanından gemi bile geçmiyor; bırakın olta atmayı, gemi geçmiyor. Diyor ki bana: “2 mil açığa gideceksin, öyle gideceksin, devam edeceksin.” Aynısı İmralı’da var, İmralı öyle. Ha, balık popülasyonu ne kadar arttı bilemem ama bunların da araştırması lazım. Biz sekiz, on sene önce Kocaeli’yi koruma alanı yaptık, Büyükçekmece’yi koruma alanı yaptık. Buralarda neler değişti? Gerçekten balık oldu mu? Olduysa yapalım ama bugün baktığınız zaman, midye çiftlikleri, balık çiftlikleri kuruluyor; buralar da hep koruma alanı oldu doğal olarak, anlatabiliyor muyum. Karadeniz’e çıkın, bakın, tabii ki bunlar olacak, midye çiftlikleri, balık çiftlikleri; kesinlikle karşı değiliz, bunun üstüne vura vura söylüyorum ama bizim avlak sahalarımıza girildi, buralar hep koruma alanı oldu yani iyice kısıtlandık.