Tıbbi malpraktis konusunun araştırılarak tüm paydaşların görüş ve önerilerine başvurulabilmesi amacıyla Anayasanın 98. Maddesi ile TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105. Maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederim. 09.06.2021
GEREKÇE
Latince “male” ve “prakxis” kelimelerinden türeyen ve “kötü, hatalı uygulama” anlamına gelen malpraktis, genel olarak tıp doktorları, avukatlar ve mali müşavirlerin görevlerini ifa sırasında hatalı davranışlarını (mesleki hatayı) ifade eden bir kavramdır ve “bir meslek mensubunun mesleğini, toplumda mesleğin ortalama basiretli ve saygın bir mensubunun her şart altında uygulaması gereken bilgi ve beceri ile yerine getirmemesi sonucu hizmetten yararlanan kişiye bir zarar vermesi” şeklinde tanımlanmaktadır.
Tıbbi açıdan konuya yaklaşıldığında, malpraktis veya tıbbî kusurlu eylem, tıbbın kuramsal (teorik) ve uygulamalı (pratik) alanlarında genel olarak kabul edilip tanınmış olan objektif meslekî kurallara uyulmasında gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi sonucu, hukuka aykırı bir davranışta bulunmak anlamına gelir. “Tıbbi hata”, “tıbbi uygulama hatası”, “meslek hatası”, “doktor hatası” olarak da ifade edilen bu kavram, tıbbi müdahale nedeniyle müdahalede bulunulanın zarar görmesi ve sorumluluğun sağlık çalışanında olması anlamına gelmektedir.
Tıbbi malpraktis, Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 tarihli Tıbbi Malpraktis Bildirisi’nde “doktorun hastanın durumuyla ilgili gereken tedavide standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği ya da hastaya verilmesi gereken tedavide ihmalde bulunması ve bu durumun, hastanın uğradığı zararın doğrudan sebebi olması” şeklinde tanımlanmıştır. Aynı bildiride, tedavi esnasında öngörülemeyen ve doktorun beceri veya bilgi eksikliğinin sonucu olmayan bir zararın talihsiz bir sonuç olduğu ve bu durumda doktorun herhangi bir sorumluluğunun bulunmaması gerektiği ifade edilmiştir.
“Tıpta Malpraktis” konusu özellikle hekimler başta olmak üzere bütün öteki sağlık çalışanlarını da hastalar ve hasta yakınlarıyla karşı karşıya getirebilecek önemli bir sorun olduğu için konuya hassasiyetle yaklaşılmalı, popülist söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır.
Öncelikle “yanlış/hatalı tıbbi uygulama” ile “komplikasyon” arasındaki fark bilinmeli ve gerekli olduğunda konunun uzmanlarınca bu ayrımın yapılması sağlanmalı, kamuoyu bu iki kavram arasındaki fark konusunda bilinçlendirilmelidir. Komplikasyon, tıbbi standarda uygun bir müdahale yapılması ve her türlü tedbir alınmasına rağmen kaçınılmaz şekilde meydana gelen, gerçekleşeceği tıp çevreleri tarafından kabul edilen zararlardır. Komplikasyon veya izin verilen/ öngörülen risk olarak doktrinde ifade edilen bu durum sonucunda ortaya çıkan kötü sonuçların müdahalede bulunanın özenle görevini yerine getirmesine rağmen ortaya çıkması halinde sağlık hizmeti sunan kişinin sorumluluğu söz konusu olmamaktadır.
Tıbbi malpraktisin bir tek etkene indirgenemeyeceği, onu ortaya çıkaran mesleki eğitim, sağlık sisteminin işleyişi, sağlık ekibinin kendi içindeki iletişimi gibi çok sayıda etkene bağlı olduğu da unutulmamalıdır. Aksi durumda, konunun popülist bir yaklaşımla ele alınması, sorunun kangrenleşmesine, tıp eğitiminin ve her türlü tedbir ve önleme rağmen komplikasyon olasılığı yüksek bölümlerin uzmanlık eğitimlerinin tıp öğrencilerince tercih edilmemesine yol açmaktadır. Sorumluluk üstlenilmek istenmediğinden, bu riskli hastalıkların tedaviye erişemeden hayatlarını kaybetmelerine ya da sakat kalmalarına yol açmaktadır. Yine son yıllarda yurtdışında çalışmayı tercih eden hekim sayısındaki artışta ülkedeki demokrasi ikliminin zedelenmesi başlıca etken olmakla birlikte tıbbi malpraktis konusunun ülkemizde yanlış ele alınış biçimi de etkilidir.
Türk hukukuna baktığımızda doktorun ve sağlık kuruluşlarının sorumluluğu özel olarak düzenlenmemiş; konu, genel hükümlere bırakılmıştır. Ülkemizde malpraktis konusunda hasta ve hasta yakınlarının mağdur olmaması yasal düzenleme ile korunmalı ancak bu anlayış hekimlerin haksız cezalandırılması sonucunu doğurmayacak yasal düzenlemeler ile yapılmalıdır.
Yukarıda da değinildiği üzere, malpraktis konusunun kamuoyunca yanlış bilinmesi hekimler üzerinde olumsuz bir bakış açısına ve baskıya yol açmakta; bu olumsuz bakış açısı ve baskı kimi durumlarda sağlık çalışanına şiddete dönüşmektedir. Hekimler üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi bir konuma indirgenmek istenen malpraktis konusunun yansımaları son yıllardaki Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) tercih sonuçlarında da görülmektedir.
2020 yılı TUS 1. ve 2. dönem sonuçları değerlendirildiğinde, acil tıp, kadın hastalıkları ve doğum, beyin ve sinir cerrahisi, çocuk cerrahi, genel cerrahi, göğüs cerrahisi, kalp ve damar cerrahisi gibi uzmanlık alanlarında ilan edilen kontenjanların neredeyse yarısının tercih edilmediği görülmektedir. 2020 yılı 1. dönem TUS sonuçlarına göre göğüs cerrahisinde 68 kişilik kontenjan ayrılırken bu kontenjanların 44’ü boş kalmış, yani yalnızca %35.29’u tercih edilmiştir. 2. dönem TUS sonuçlarına göre ise ilan edilen 67 kontenjanın 39’u boş kalmış yani yalnızca %41.79’u tercih edilmiştir.
Yerleştirmeler sonucunda beyin cerrahisi ve kadın doğum alanlarının neredeyse tercih edilmemesi, genel cerrahi ve kalp-damar cerrahisinin ise tercihte alt sıralara düşmesi, üzerinde ciddiyetle durulması gereken, sebeplerinin ve olası sonuçlarının hassasiyetle incelenmesi gereken bir husustur. Geçmiş yıllarda tıp öğrencilerince asistanı olabilmek için yarışa girilen alanların şimdi hiç tercih edilmiyor olması ilerleyen dönemde sağlık açısından önemli sonuçlar doğuracaktır.
Uzmanlara göre cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum gibi uzmanlık branşlarının tercih edilmemesinde performans sistemi, uzun nöbetler, hekime şiddet ve açılan tazminat davaları gibi nedenler etkili olmuştur. Ancak ilgili bölümlerin orta ve uzun vadede tercih edilmemeye devam etmesi durumunda gelecek yıllarda vatandaşların nitelikli sağlık hizmetine erişiminde çok ciddi aksama ve sıkıntılar baş gösterecektir.
Tüm diğer uzmanlık branşlarında olduğu gibi cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum gibi branşların da idealist, işini aşkla yapacak, nitelikli, mesleğini ve branşını bir ömür boyu sevecek, ettiği yemine yürekten bağlı bir şekilde görevini ifa edecek hekimlerce tercih edilmesi elzemdir. Aksi durum hem hekimi hem hastayı olumsuz etkileyecek, mesleği ileri götürecek hekimlerin yetişmesine engel olacaktır.
Geçmiş yıllarda TUS puanları sıralamasında ilk 100’de yer alan adayların tercihlerinde son yıllarda yaşanan değişim de dikkatle incelenmelidir.
TUS 2020 1.Dönem yerleştirme sonuçlarına göre ilk 100 arasında en çok tercih edilen branş Deri ve Zührevi Hastalıklar olmuştur. Bu branşı, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi izlemiştir. İlk 100 arasında 40 kişi Deri ve Zührevi Hastalıkları alanını, 16 kişi ise Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi alanını tercih etmiştir. TUS 2020 2.Dönem Ekim yerleştirme sonuçlarına göre ÖSYM’nin yayınladığı puan listesinde, ilk 100’e girenlerin en çok tercih ettiği branşlar sırasıyla; Deri ve Zührevi Hastalıkları (37), Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi (19), Radyoloji (15), Göz Hastalıkları (9), Kulak Burun Boğaz Hastalıkları (7), Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon (3), Çocuk sağlığı ve Hastalıkları (2), İç Hastalıkları (2), Kardiyoloji (2), Nöroloji (1), Ortopedi ve Travmatoloji (1), Radyasyon Onkolojisi (1), Tıbbi Patoloji (1) olmuştur.
Yukarıda özetlenen veriler ışığında, malpraktis konusunda konunun tüm paydaşlarının, uzmanların, hekimlerin, sağlık çalışanlarının görüş ve önerilerine başvurulabileceği; mevcut tablonun objektif ve bilimsel bir bakış açısı ile ortaya konabileceği; olası çözüm önerilerinin yine bilimsel veriler ışığında tartışılarak gerekli yol haritasının çizilebileceği bir araştırma komisyonunun Meclis çatısı altında kurulması gerekli görülmektedir.