Üç noktanın yerine “bir olur mu?” gelecek. Cevap da hayır!

Hayır”ın bir mesleki boyutu var, bir de politik. Önce mesleki olandan bahsedeyim; artık “AKP fikriyatına yakın” demenin de yetersiz kaldığı, aklını iktidara teslim etmiş ve oturduğu iktidar kucağından sallayan medyanın yürüyüşün gerçeği ile uzaktan yakından ilgisi yok. Irak işgali öncesi Saddam’da nükleer silahlar bulan Batımedyasına rahmet okutuyorlar.

Kamu kurumu olduğu, hepimizin ödediği paralarla yayın yaptığı ve yasası öyle emrettiği için “tarafsız” olması gereken TRT pek “tarafsız” üç kişiyi toplayıp “CHP liderinin sözde ‘Adalet’ yürüyüşü yorumlanıyor” altyazısıyla tartışma programı yapıyor!

Yürüyüş mü “sözde”, adalet mi, yoksa her ikisi mi bilemiyorum, ama TRT’nin yaptığına “sözde gazetecilik” bile denemeyeceğini biliyorum.

Dünkü Akşam gazetesinin manşeti de aynı kafanın ürünü: YOL ARKADAŞLARI İŞBAŞINDA. Konu yine yürüyüş ve yol arkadaşları da Kılıçdaroğlu ile PKK! Bunu spottan anlıyoruz: ‘Adalet’ maskesiyle çıktığı yürüyüşte Kılıçdaroğlu’na yoldaşlık yapan PKK, 2 Ak Partili siyasetçiyi şehit etti.

Akşam bir parça gazetecilik yapıp yürüse, Kılıçdaroğlu’nun sürekli o iki AKP’li siyasetçinin uğradığı saldırıyı şiddetle kınadığını ve o bağlamda terörü lanetleyerek yürüyüşüne başladığını da görüp duyacak.

Profesyonel gazetecilik “sözde” bile denemeyecek bu utanç verici hallere düşünce, devreye “yurttaş gazeteciliği” giriyor. Yürüyen yurttaşların gazeteciliği!

Yeni iletişim teknolojilerinin olanaklarını ve pek becerikli telefonlarını kullanarak, gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan ancak sözde de değil özde yürüyen vatandaşlar kimin, neden, nasıl yürüdüğünü anlatıyorlar.

İşte onlardan birinin tanıklığı, hafta sonunda cep telefonuma düştü:

Yürüyüşteki herkes kırk yıllık tanış gibi yan yana, omuz omuza, sohbet ederek hiç yorulmadan, hiç bıkmadan müthiş bir birlik, bütünlük, uyum ve dayanışma ile ilerliyor.

Hemen önümde yürüme zorluğu olan engelli kadın arkadaşım kortejin hızına ayak uydurmak için herkesin harcadığından iki kat çaba harcamasına rağmen vazgeçmeyi hiç düşünmeden azimle ilerliyordu. … Görme engelli bir vatandaşımız elinde beyaz bastonu, kolunda yoldaşı, sloganlara eşlik ederek umutla yürüyordu. … Yanında çocukları ile genç anne babalar oradaydı, kucağında minik köpeği ile genç bir kızımız ailesi ile bir süre destek verdi yürüyüşümüze.

Yüzde 70’e yakın evet oyu çıkarmış Kaynaşlı ilçesi sınırları içinde yürürken yolun kenarında bize destek veren cesur, pırıl pırıl vatandaşlarımız vardı. Bir türbanlı bacımızın tutamadığı gözyaşlarını silerken bir yandan titreyen sesiyle ‘Allah ayaklarınıza, dizlerinize kuvvet versin, yolunuz açık olsun’ dediğini duyduk.

Gözyaşlarımız gözyaşlarına karıştı. Gene bir köylü ablamız ‘Ayaklarım sağlıklı olsa ben de size katılırdım, yolunuz açık olsun’ diye sesleniyordu.

***

Öğlen yemeğimizi bulduğumuz bir şemsiye altında yerken Antalya’dan gelmiş üç gündür kortejle birlikte kalan bir kadın arkadaşımızla sohbet ettik. Ne sıcaktan, ne koşullardan, ne yorgunluktan söz etti.

***

Yanında oturduğumuz kişi uzanmış dinleniyordu. Hemen oturdu bize daha çok yer sağlamak için; ‘Ayaklarınızı uzatın yorulmuşsunuzdur’ dedi. Sohbet başlayınca fark ettik ki bu sakalı uzamış, yorgun arkadaşımız, milletvekilimiz Musa Çam. Sonra Meclis’ten yayınları ile meşhur olan milletvekili Dr. Ali Şeker geldi Musa Çam’ın yara olmuş ayaklarına pansuman yaptı. Vekilimizin ayaklarını görmek lazım; iki tırnak kapkara olmuş düştü düşecek, başparmak şişmiş, topukta bir yara var patlamış…”

Sanırım size de geliyordur yürüyenlerin bu türden, sözde gazetecilerin utanması gereken tanıklıkları…

Yürüyüşün politik boyutuna gelince; orada en çok merak edilen “Bir sonuç alınır mı?” sorusu. Bir eylemde yalnızca ondan amaçlanan hedefe ulaşarak sonuç alınmaz. Her eylemin, ona katılanları da değiştirip dönüştüren bir sonucu olur. Bu politik sonuca çoktan ulaşıldı bile!

Öyle ya; hiç yürüyenle yürümeyen bir olur mu?

Birgün/Doğan Tılıç