İntihar vakalarının araştırılarak alınması gereken önlemlere ilişkin araştırma önergesi

GEREKÇE
İntihar, bir insanın neticesinin ölüm olacağının bilincinde olarak istemli bir biçimde bu eylemi gerçekleştirmeye kalkışmasıdır. Bu durum sonuçları itibari ile hayatına son veren kişinin geride bıraktığı eş dost ve yakınlarına da yoğun bir üzüntü yaşatmakta, toplum üzerinde de travmatik sonuçlar doğurmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) depresyon konusunda son açıkladığı rapora göre dünya genelinde depresyonda olan kişi sayısı 322 milyon iken, Türkiye’de bu sayının 3 milyon 260 bin 677 kişi olduğu belirtilmiştir. Bu sayı ülke nüfusunun yüzde 4,4’üne tekabül etmektedir.
Raporda bireyleri intihara sürükleyen en büyük riskin depresyon olduğuna işaret edilirken 15- 29 yaş aralığında yaşanan ölümlerin nedenleri arasında intiharın ikinci sırada yer aldığı da dikkatle üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer veridir. Ayrıca depresyonun, ekonomik nedenlerle, bir yakının kaybedilmesi sebebiyle, hastalık, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı gibi nedenlerle artış gösterdiğinin üzerinde durulmuştur.
Özellikle istihdam yaratıcı politikaların son yıllarda iktidardaki hükümetler tarafından ortaya konulmaması genç nüfusta işsizlik oranının hızla yükselmesine ve gençler arasında geleceğe yönelik belirsizliklerin artmasına sebep olmaktadır. Bu durum gençleri daha büyük belirsizliklere sürüklemektedir. Bu nedenlerin her biri üzerinde detaylıca düşünülmesi ve olası etkilerinin en küçük boyutlarına dek irdelenmesi şarttır. Aksi durumda toplumda günden güne artan intihar ve intihara kalkışma vakalarının önünün alınması daha da zorlaşacaktır. Son 1 ay içerisinde Antalya’da, Balıkesir’de ve Ankara TBMM önünde de işsizlik ve ekonomik gerekçelerle kendini yakarak intihar olayları gerçekleşmiştir.
TUİK tarafından açıklanan son resmi verilere göre de ölümle sonuçlanan intihar sayısı revize edilen 2014 yılında 3 bin 169 iken, 2015 yılında 961,3 artarak 3 bin 211 kişi olmuş, intihar edenlerin 9072,7”sini erkekler, 027,3*ünü ise kadınlar oluşturmuştur. Bu artışın özellikle son günlerde daha da hızlandığı sıklıkla dile getirilmektedir.
İntihar vakalarında tetikleyici olduğu belirtilen unsurlardan biri olan uyuşturucu kullanımı ülkemizde son yıllarda tehlikeli bir artış göstermekte, Hükümet konuya ilişkin ciddi önleyici çalışmalar yapmamakla eleştirilmektedir.
Ülkemizde uyuşturucu kullanımı vb. gibi sebeplerden dolayı yardıma muhtaç kişiler için kurulmuş AMATEM gibi sağlık kurum ve kuruluşları bulunmaktadır. Bu kurumların amacı dünya çapında madde bağımlılığı tedavisinde etkinliği ispatlanmış birçok bilimse tedaviyi hastalara uygulayarak onları topluma kazandırmaktır. Bu kurumların sayıları çok yetersizdir ve hızla yenileri hizmete açılmalıdır.
Ülkemizde sağlık kurumlarının yardımına ihtiyacı olan bazı uyuşturucu bağımlılarının, tedavilerinin sağlık kuruluşları eliyle yapılması yerine tarikatlara, cemaatlere, hocalara, muskacılara ve üfürükçülere yani akıl ve bilim dışı yollara yönlendirildikleri görülmektedir. Son olarak geçen hafta İstanbul’da yaşanan bir intihar olayında da yine benzeri bir durum söz konusudur.
Cemaatlerin ve tarikatların uyuşturucu bağımlılığı gibi ciddi tıbbi uzmanlık gerektiren konulara müdahale etmesi ve bu konularda kendilerini yetkin görmeleri ve bu duruma müdahale edilmemesi bilimle yönetilen toplumlar için kabul edilemez bir durumdur. Bu ve benzeri tarikatların ciddi bir tıbbi yardıma ihtiyacı olan gençlerimizi çok daha yoğun depresif ve duygu durum bozukluklarına da sevk ettikleri açıktır.
15 Temmuz darbe girişiminin de AKP Hükümetleri’nce palazlandırılan ve “Ne istediler de vermedik!” denilen bir cemaat tarafından gerçekleştirildiği düşünüldüğünde cemaatlerin bu denli fütursuzca güçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesinin gelecek kuşaklar ile ülkemizin sosyal, siyasal, kültürel ve siyasi geleceği için büyük tehlike arz edeceği de göz ardı edilmemelidir.
Sonuç olarak ülkemizde farklı gerekçelerle her yıl onbinlerce kişi intihar girişiminde bulunmaktadır. İntihar girişiminde bulunan kişilerin sayısı ise hızla artmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak TBMM’nin görevi, bireyleri bu çaresizliğe iten tüm psiko-sosyal, ekonomik ve toplumsal davranışları titizlikle inceleyerek bu durumdan çıkış yolları bulmaktır. o Ayrıca bireylerin kendi başlarına içinden çıkamadıkları ruhsal durumlarının düzeltilmesi amacıyla kurulmuş olan AMATEM gibi sağlık kurum ve kuruluşları dururken, çaresizliğe düşmüş bireylerin farklı tarikatlara bağlı yerlerden medet ummasının önlenmesi ve bu konuda gerekli tedbirlerin alınarak acil surette uygulamaya konulması halk sağlığı açısından da hayati önem arz etmektedir. Bu amaçla TBMM İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

https://www2.tbmm.gov.tr/d26/10/10-238251gen.pdf