Tutuklu havalimanı işçilerinin duruşmasına katılan Avukat Mustafa Söğütlü yazdı: Havalimanı yargılamasında kanunlar, gerçekler ters yüz edildi.

Geçtiğimiz çarşamba, İstanbul Havalimanı inşaatındaki insanlık dışı çalışma koşulları nedeniyle iş bırakan ve direnişe geçen, bu nedenle gözaltına alınan ve çeşitli suçlardan (!) yargılanan 31’i tutuklu olmak üzere 61 inşaat işçisinin ve sendikacıların duruşması yapıldı. 31 işçi ve sendikacı 3 aydır tutukluydular ve duruşma sonunda pazar günleri imza verme ve yurtdışı yasaklarıyla tahliye edildiler.

İşçilerin ve sendikacıların gözaltına alınmaları ile yargılama aşamaları bize sermaye düzeninin bir özelliğini de göstermiş oldu: Hukuk; gerçek adalet için değil ancak sermayenin ve iktidarının emrinde olup onun çıkarlarına göre şekilleniyor. Çünkü hukuk; ancak sermayenin kendi sınıf ihtiyaçlarına göre kullanılan bir araçtır. Hayatı savunmak ise sermaye düzenine karşı olmak ve mücadele etmektir.

Havalimanı işçilerinin yargılama süreci ile bir kez daha kanıtlanan gözlemlerimizi paylaşmadan önce kapitalizmin başka yönlerine; ihale sürecinden, maliyetinden, yapıldığı yerden, inşaatındaki çalışma koşullarına kadar olan gelişmelere kısaca bir bakalım.

1- SERMAYENİN KİRLİ ÇIKAR İLİŞKİLERİ: MALİYETİ, İHALE SÜRECİ, RANTİYE

Havalimanı ihalesi 2013 yılında yapılmıştı. İhaleyi Cengiz-Limak-Kolin-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu almıştı. Bu şirketler, AKP iktidarı döneminde birçok kamu ihalelerini almalarıyla biliniyor. Ayrıca bu şirketler Sabah-ATV satışında da adları geçen şirketlerden. İhaleyi alan şirketler 25 yıllık kira bedeli olarak 22 milyar 152 milyon euro vererek aldı. İlk iş olarak 4,5 milyar euro kredi verildi. Kredinin 3,5 milyar euroluk kısmını kamu bankaları üstlendi. Sözleşmeye göre, devlet 25 yıl boyunca yolcu başına 20 euro ödeyecek. Ardından bir de gelir garantisi eklendi. Şirketlere 12 yıl boyunca en az 6,3 milyar euro kazanma sözü verildi. Gelir bunun altında kalırsa fark bütçeden karşılanacak. Devletin 12 yıl boyunca ‘yolcu garantisi’ verdiği ortaklık, ayrıca 23 farklı gelir kaleminden para kazanacak.

Son dönemde yapılan kamu ihaleleri sonucu (kamu-özel İş birliği modeli olarak yap-işlet devret modeli) ülkemizde henüz doğmamış çocuklar bile şimdiden borçlandırılmış, firmalara kullanım garantileri verilerek; emeğimiz ve birikimlerimiz adeta gasp edilmiştir. Kapitalizmde, kamu kaynaklarının ve geleceğimizin pervasızca peşkeş çekildiğini havalimanı ihale sürecinde ve devamında net olarak görebiliyoruz.

2- İSTANBUL HAVALİMANININ DOĞA TALANI

İstanbul Havalimanın yapımı için seçilen alan, sermayenin rant ve kâr için doğa düşmanlığını ve talanını tüm çıplaklığıyla gösterdi. İstanbul’un akciğerleri olan Kuzey Ormanlarının yok edilişine İstanbul Üçüncü Köprü inşaatında hepimiz tanık olmuştuk. Aynı şekilde Üçüncü Havalimanının inşaatı da kuzey ormanlarının sınırları içerisinde. İnşaatın yüzde 85’i de ormanlık alanda gerçekleşiyor. Bu ormanlık bölüm yok edildi. Havalimanı ayrıca kuş göç yolları üzerinde kurulu.

3- İNSANLIK DIŞI ÇALIŞMA KOŞULLARI

İstanbul Havalimanı inşaatı yapımında çalışan işçiler insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyor, en temel işçi haklarından dahi yararlanamıyorlardı. İşçiler sağlıksız koşullarda tahta kuruları içinde barındırılıyor, maaşları geç yatırılıyor, eksik ödeniyor, yeterli beslenemiyorlar, aşağılanıyor, güvenli olmayan şeklide çalışıyorlardı. CHP Milletvekili Ali Şeker’in Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) yapmış olduğu bilgi edinme başvurusuna havalimanı inşaatında ölümle sonuçlanan iş kazası sayı 52 şeklinde cevap verildi. İşçilerin anlatımına göre yüzlerce ölüm gerçekleşmiş, iş cinayetleri havalimanı inşaatının günlük rutini haline gelmişti; birçok ölüm gizlenmekteydi.

4- KAPİTALİZMİN HUKUK DÜZENİ

İstanbul Havalimanı inşaatında çalışan işçiler, çalışma koşullarının düzeltilmesi için 14 Eylül’de iş bırakmışlardı. İşçilerin servis bekleme alanında branda olmaması ve saatlerce yağmurda beklemek durumunda kalmaları, süregelen çalışma koşullarındaki sorunlar nedeniyle harekete geçmek için işaret fişeği olmuştu. İşçilerin gazetelere/sosyal medyaya yansıyan el yazısı ile yazılmış talep listesine bakıldığında bilinen gerçekler tekrar gün yüzüne çıkmış oldu. İşçiler en temel haklardan mahrum, kuralsız, insanlık dışı koşullarda kölece ve ölümüne çalıştırılıyorlardı.

İşçiler insani koşullarda çalışmak için iş bırakmışlardı, ancak sermayenin cevabı işçilere şiddetli oldu. Jandarma; toma ve gaz bombalarıyla işçileri dağıtmış, sabaha karşı koğuşları basılarak, koğuş kapıları koçbaşlarıyla kırılarak gözaltına alınmışlardı.

Gözaltına alınan işçiler jandarma karakolunda istiflenerek tutulmuş, buldukları yerlerde uzanmak uyumak zorunda kalmışlardı. Ardından işçilerin bir kısmı serbest bırakılırken, dört günlük gözaltı süreci sonunda 43 işçiden 24’ü tutuklanmıştı. Daha sonra başka işçiler ve sendika yöneticileri de yakalanıp tutuklanmış, tutuklu sayısı 34’e yükselmişti. Bir kısım işçi tahliye olmuş ve geçtiğimiz çarşamba günü de 31 işçi ve sendikacı tutuklu olarak hâkim karşısına çıkmıştı.

İşçilerin ve sendikacıların iş bırakma eylemine geçişlerinden, dağıtılmalarına, gözaltına alınmalarından düzenlenen iddianameye ve hatta duruşma düzenine kadar kapitalizmin işçi sınıfı karşısındaki tutumunu en açık şekliyle görmüş olduk.

İşçiler kanunların kendilerine verdiği bir hakka dayanarak iş bırakmışlardı. İşyerinde sağlıksız ve iş güvenliğinden yoksun şekilde çalıştırılıyorlardı (Ulaştırma Bakanlığı ile yüklenici firma daha sonra açıklamalarında bu koşulları kabul etmişlerdir). İşleri yetiştirmek adına tüm çalışma kuralsız hale gelmişti. İşçilerin iş güvenliği sağlanana kadar geçici olarak iş bırakma ve çalışmama hakları vardı. Ancak bu haklarını kullanan işçilere karşı adeta sıkıyönetim ilan edildi. İşçilere biber gazı ve tomalarla saldırıldı. Sabaha karşı darp edilerek gözaltına alındılar.

İşçilerin avukatları sabah saatlerinden itibaren işçilerin gözaltında tutulduğu Jandarma Karakoluna geldiler, ancak hiçbir avukat hiçbir işçiyle görüştürülmedi. Oysa bir suç iddiasıyla yakalanan kişinin ilk ve temel haklarından biriydi avukatla görüşme hakkı. Bu hak keyfi olarak engellendi. İşçilerden avukat yardımından faydalandırılmadan ifadeler alındı. Yasalara aykırı olarak eşyalarına el koyuldu, telefonları incelendi, zorla teşhis yapmaları istendi.

Bu usulsüzlüklere rağmen bir kısmı yüklenen suçları mevcut delillerle ilişkilendirilmeden genel geçer gerekçelerle tutuklandı, ya da adli kontrol tedbiriyle serbest bırakıldı.

Haklarında 55 sayfalık iddianame düzenlenerek dava açıldı. İddianameye göre işçiler ‘mala zarar verme’, ‘kamu malına zarar verme’, ‘polise mukavemet’, ‘toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet’, ‘iş ve çalışma hürriyetinin ihlali’ suçlarını işlemişlerdi! Ancak iddianamede bu suçları işlediklerine dair delil yoktu. Meşru işçi eylemleri; işverenin ihbarı nedeniyle ve onun anlatım şekliyle aynı olarak “bahane, yasa dışı eylem ve kışkırtma” olarak iddianameye alındı. İddianamede sendikacılardan “sözde” sendikacı diye bahsedildi. Herhangi bir kanıt gösterme ihtiyacı duyulmadan, soyut anlatımlarla, 61 sanık için bir “TORBA İDDİANAME” hazırlanmış, işçilerin ve sendikacıların lehine olan hiçbir husus iddianameye yazılmamıştı.  İddianamenin taraflılığı ve sınıfsal niteliği çok açık ortadaydı.

Mahkemece bu iddianame, kanunda reddedilmesi zorunlu iken, her nasılsa (!)  kabul edilmiş ve ilk duruşma geçtiğimiz çarşamba günü gerçekleşmişti. Duruşma günü adliyede olağanüstü önlemler alınmış, girişler kısıtlanmıştı. Duruşma, İstanbul ilinde onlarca uygun yer olmasına rağmen adliyenin personel yemekhanesinde görülmüştü.

Duruşmada işçilerin savunmalarının alınmasından önce, avukatları eylemlerin suç teşkil etmediğini, delillerin yasalara aykırı olarak toplandığını, buna rağmen bu delillerin dahi iddia edilen suçların işlendiğini göstermediğini, tüm işlemlerin ve iddianamenin yasalara aykırı olduğunu ve bu nedenle savunmalar alınmadan derhal beraat kararı verilmesi zorunluluğunu mahkemeye anlattılar. Buna rağmen mahkeme bu talebi reddetti.

İşçilerin savunmaları, neden yargılandıklarını da göstermekteydi; işçiler maaşlarının verilmediğini, yanı başlarında iş kazası geçiren arkadaşlarını, servis sorununu, yemek sorununu, insanlık dışı yaşam koşullarını, eksik ödenen ücretlerini anlattılar. Savunmalar ve avukat beyanları sonucu tüm işçiler, üç ayın ardından, imza verme ve yurtdışına çıkma yasağı koşuluyla tahliye edildi.

Yasalara göre işçilerin eylem yapması bir suç değildir. İşçilerin şartlar düzelinceye kadar iş bırakması karşısında zora dayalı çalıştırılmaları suçtur. Sendikacıların işçilere haklarını anlatması, örgütlemesi sendikal faaliyettir, suç değildir, aksine bu faaliyetin engellenmesi suçtur. Jandarmanın gözaltına aldığı bir kişiyi avukatla görüştürmemesi, haklarını anlatmaması görevini kötüye kullandığı anlamına gelir, suçtur.

İstanbul Havalimanı yargılamasında kanunlar, gerçekler ters yüz edilmiştir. İstanbul Havalimanı kapitalizmin hukukunu da tüm çıplaklığı ile göstermiştir.

5- İŞÇİ MÜCADELESİ

İstanbul havalimanı süreci, sermayenin kamu kaynaklarını nasıl gasp ettiğini, doğayı nasıl talan ettiğini, kuralsız ve insanlık dışı çalışma koşullarını bir arada anlatmıştı. İstanbul havalimanı inşaatı işçilerinin yargılanması da kapitalizmin hukuk düzenini bizlere tekrar tekrar hatırlattı. Hukuk kapitalizmin emrindedir ve kapitalizm, hukuku ancak kendi ihtiyaçları için kullanmaktadır. Bunun için kendi kurallarını bile hiçe sayabilmektedir.

Ancak; İstanbul Havalimanında  gerçekliğinde tanık olduğumuz, kapitalizmin bir beşinci özelliği daha var: Karşıtını da yaratması! Bu beşinci özelliği yazımızın önceki bölümlerinde anlattık. İnşaat işçileri, kapitalizme karşı nasıl mücadele edileceğini yaptıkları direnişle göstermiş oldu. Adalet de böyle sağlanacak;

Bakın; işçilerin bir günlük direnişi sermayeyi nasıl korkuttu?

Kaynak: Evrensel

Yorum yap