ALİ ŞEKER (İstanbul) – Arkadaşlar, gerçekten 2 önemli konu var hekimlik önünde; bunlardan biri malpraktis, biri sağlıkta şiddet ve bu gittikçe artan bir oranda hekimlerin bu mesleği terk etmelerine, ülkeyi terk etmelerine yol açıyor. Bu konuda da Sağlık Komisyonu olarak bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor.
Daha öncesinde ben 6’ncı ayda, geçen yılın 6’ncı ayında malpraktisle ilgili bir araştırma önergesi verdim, o önerge reddedilmişti. Malpraktis sorununun Türkiye’nin sağlığında ne kadar yaralayıcı sonuçlara yol açtığı, hekimlerin belli branşları seçmediği, sadece cildiye gibi, radyoloji gibi dallarda ilk 100’e giren hekimlerin bu alanlara yöneldiği, tabiri caizse hastaya dokunmak istemediği bir durumda bizim kardiyolog, kalp damar cerrahı, göğüs cerrahı bulamadığımız bir ortama doğru Türkiye sürükleniyor ve bu konuda da bizim çözüm üretmemiz gerekiyor. Nedir? Hekimlerin çalışma şartlarını iyileştirip Türkiye’de ve hekimlikte kalmalarını sağlamamız gerekiyor.
Burada, sağlıkta şiddetle ilgili olarak özellikle daha önce çıkan yasalarda bazı önerilerde bulunmuştuk. Ne dedik? “Hükmün açıklanması geri bırakılmasın.” dedik “Cezalar para cezasına çevrilmesin.” dedik “Cezanın artırımı üç yıl olsun ki tutuklamaya sevk edebilsin hâkimler.” dedik ve bunlar maalesef kabul edilmedi, kabul edilmediği gibi de o çıkan sağlıkta şiddet yasası yeterli olmadı ve şiddet artarak devam ediyor. Şiddet eskiden de vardı. Ben tıp fakültesine girdiğimde de şiddet vardı, öğrenciyken de vardı, asistanlığım sırasında da vardı, uzmanlığa geçtim, o dönemde de vardı. Ama şunu kabul etmemiz lazım ki: Diğer sektörlere göre 16 kat artmış bir sağlıkta şiddet var. Yani bir hekim dışında, bir öğretmenseniz, bir mağazacılık sektöründeyseniz 1 şiddet görüyorsanız sağlıkçılar 16 kat fazla şiddet görüyor. Bu şiddetin sonucunda artık bu alanı terk etmeye başladılar sağlıkçılar. Bu, sözel tehdit, efendim, bıçaklama -ki yanı başımızda, Ankara’da yaşadık- hayatına kastetmeye kadar gidiyor. Bunun önlenmesi için de “Bu şiddet ortamının sebepleri ne?” “Hekimler, sağlık çalışanları, hemşireler, ebeler ve acil tıp teknisyenleri neden bu şiddete uğruyorlar?” bunu anlamamız gerekiyor. Bir kere artmış bir iş yükü var, artmış iş yükü neticesinde… İşte, az önce sıradaki bir an önce sözün kendisine gelmesini bekliyor, kapıdaki hasta sıranın bir an önce kendisine gelmesini bekliyor, içerideki de çıkmak istemiyor; böylesi bir durum. Doğru olanı da bir hastaya on beş yirmi dakika ayırabilmek. Ama biz hekimlerimizi kaybettikçe, yurt dışına kaybettikçe, istifa ettikçe, yeni asistan hekimler artık belli branşları seçmediğinde… İki yılda 3.675 hekim asistan kadrolarını tercih etmediğinden dolayı o asistan kadroları boş kaldı. Yani düşünebiliyor musunuz iki yılda 3.675 kadronun boş kaldığı bir ortamda -biz o boşluklar- yarın bir gün yeteri kadar genel cerrah olmadığında, yeteri kadar kadın doğumcu, yeteri kadar çocuk hekimi olmadığında yaşanacak sorunları bugünden siz tahmin edin.
Bu tercihlerini nasıl değiştirebiliriz hekimlerin? Ancak etkin bir yasayla ve bu şiddete yol açan iklimi değiştirerek. Kışkırtılmış bir sağlık talebi var, daha çok hekime gitme, daha çok ilaç alma, daha çok tetkik yaptırma ve bunun sonucunda sağlığına kavuşamama. Bunun sebebi ne? Defansif tıp. Nedir defansif tıp? “E, ben malpraktisle ilgili yüz binlerce, milyonlarca lira cezaya uğrayacağıma kendimi koruyayım.” diyor, korumak için tetkike yönleniyor ve bu tetkikler sonucunda da sıralar daha da artıyor.
Daha önceden, biliyorsunuz, hekimliğin temel kuralı “Primum non nocere” önce zarar vermeydi, şimdi önce zarar görmeyegeldi. Yani ben bir hastaya dokunduğumda hasta bana tazminat davası mı açacak, hasta bana şiddet mi uygulayacak… Bu hastayı kendinden uzağa, başka branşlara, başka hastanelere yönlendirmeye yol açtı ve bu arada da halk sağlığına ulaşamaz oldu. Böylesi bir körler sağırlar birbirini ağırlar bir ortam… Hasta tedavi olamıyor, hekim tedavi etmek istemiyor. Bu iklimin sebebi de sağlıkta gelldiğimiz bu ortam. Bunu düzeltmenin yolu bir kere hekim kadrolarını Türkiye’de tutmak gerekiyor, hekimlerin hekimlik yapmaya devam etmesi için şartları iyileştirmemiz gerekiyor. Bir an önce emekliliği gelen emekli oluyor. Hemen kamudan istifa edip bazıları hekimliği bırakıyor. Bizim bu cazibeyi oluşturmak adına mutlaka ve mutlaka etkin yasayı çıkarmamız lazım. Daha önceki önerdiklerimiz maalesef kabul edilmedi dediğim gibi.
Gelen bu yasada da ne diyor? “Katalog suç olmuştur.” Peki, daha önceden hekime ya da sağlık çalışanına bir şiddet uygulandığında hâkim tutuklamaya sevk edebiliyor muydu? Kamuoyunda bir baskı oluşmazsa, Twitter’da bir kampanya başlamazsa şiddet de uygulasa, bıçaklasa da maalesef elini kolunu sallayarak dolaşabiliyordu ancak bir kampanyayla o kişiler tutuklanabildi. Eğer hâkimler kuralları uygulamazsa katalog suç da olsa buradan bir sonuç elde edemeyiz, bunun farkına varalım. Yani eğer tutuklamama olasılığı varsa katalog suç da olsa -ki var- böylesi bir durumda yine o şiddet artarak devam edecek. Onun için bunun yeterli olmayacağı açık, mutlaka ek bazı tedbirlerle, yasal düzenlemelerle bizim bu şiddeti önlememiz lazım. Az önce söyledim, sağlıkçılara yönelik 16 kat artmış bir şiddet var diğer dallara göre ve bunu da bizim yok saymamamız lazım.
Sağlıkta şiddetle ilgili olarak daha öncesinde kendini güvende hissetmeyen hekim sayısı yüzde 93,6 yani defansif tıbba yönelmişler. Tıbbi davalarda artış olduğuyla ilgili yapılan araştırmada hekimler bunun gittikçe arttığını söylüyorlar, yüzde 95,4’ü yani hekimlerin tamamına yakını şiddetin de malpraktis davaların da arttığını, bunun için kendilerini korumaya aldıklarını ifade ediyorlar. Bu durumda da acil tıp, beyin cerrahi, kadın hastalıkları, doğum, genel cerrahi, ortopedi, çocuk hastalıkları dallarında kadrolar boş kalıyor. Maalesef, iki senede 3675 kadronun boş kalması korkunç bir rakam, bunu biz göz ardı edemeyiz. Bunun bir başka sebebi, Sayın İsmail Tamer “Ya, yüzde 20 yoktur.” dedi. Evet, yüzde 20 değil, bu senenin bütçesinin yüzde 18,58’i şehir hastanelerine ayrılmış durumda, 13 şehir hastanesine ayrılan bütün Bakanlığın bütçesinin yüzde 18,58’i. Önümüzdeki senelerde bunun yüzde 24-25’e ulaşacağı Bakanlığın raporlarında da… Önümüzdeki sene diğer şehir hastanelerinin de devreye girmesiyle Bakanlığın bütçesini gittikçe yutacak.
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Döviz endeksiyle yüzde 20’yi geçecek bu.
ALİ ŞEKER (İstanbul) – Yani “Yüzde 24-25’i.” diyor ama maalesef daha da artıyor. Bunu hepimizin görmesi lazım. Bu, bir sorun. “Bingöl Devlet Hastanesinin çatısını aktaramayacağız.” derken bu mübalağa değil. Siz de yaşıyorsunuz, randevu almak için, ameliyat olamadıkları için, özellikle bu pandeminin de üstüne gelmesinden dolayı çok ciddi ertelemeler var ve dövizdeki bu artışla birlikte de bazı ameliyat malzemeleri olmadığından dolayı insanlar operasyona giremiyor. Bu konuda bu ciddi sorunu çözmemiz gerekiyor.
Şimdi, bu sorunun sebeplerinden biri hekim sayısının, hemşire sayısının az olması dedim. OECD ortalamalarında 100 bin kişiye düşen 193 doktor Türkiye’de. 41’inci sıradayız 42 ülke arasında OECD ülkeleri içerisinde. Yunanistan’da 100 bin kişiye 607, bizde 193, onlar da 607. Rusya’da 100 bin kişiye 404 doktor düşüyor, Romanya’da 293 doktor düşüyor. Hemşire sayısına gelince, 100 bin kişiye 240 hemşire düşüyor Türkiye’de, hâlbuki OECD’nin ortalaması 880, neredeyse dörtte 1’i. Şimdi bu kadar az hekim, bu kadar kışkırtılmış sağlık talebi sonuçta şiddet olarak karşımıza çıkıyor. Bir kere bizim sistemi tekrar bir sorgulamamız, bu kadar kışkırtılmış talebi geriletecek adımlar atmamız gerekiyor.
Mali sorumlulukla ilgili olarak biliyorsunuz daha önceden olmayan bir şey Türkiye’de başladı. Ne başladı? Sorumlulukla ilgili mesleki sorumluluk sigortası başladı ve bu mesleki sorumluluk sigortası da gittikçe artan oranda bir yük hâline geldi yani hekim emeği, hekim riskleri paraya tahvil edildi. Bu, neoliberal politikaların bir parçası. Burada gittikçe artan oranda 2016’da 48 milyon prim toplanırken 2020 yılında 2 milyar 193 milyon prim toplanmaya başlandı. 2016’da 7 milyon 738 bin lira tazminat ödenirken 2020’de 571 milyon lira tazminat ödendi yani bu zorunlu mali sorumluluk sigortasıyla ilgili. Yani 70-80 kat artan bir tazminat yükümlülüğü var ve gittikçe belli alanlarda primlerin daha da artması söz konusu özellikle riskli branşlarda. Bu süreç içerisinde, bu reasürans şirketlerinin, sigorta şirketlerinin -şu anda bu gelen yasa teklifiyle birlikte iki sene de ötelenmiş olacak süreçler- 1 milyar 600 milyon lira kasalarında kalmış oluyor ve gittikçe artan bu dava sonuçlanmalarıyla birlikte, bir süre sonra artık kârlı görmemeye başlayacaklar ve bu işi kamunun sırtına bırakacaklar; onun için, bugünden bunun, bu sigorta sisteminin devlet tarafından yürütülmesi doğru olandır ve Türkiye’nin geleceği açısından da bu alanı şu anda, tazminatlar ödenmeye başladığında terk edecek olan bu sigorta şirketleri daha terk etmeden, bugünden kamunun bünyesine almak gerekiyor. Zaten önemli bir kısmı kamu hekimleri; kamu hekimleri bu primleri devlet olarak ve çalışanlar olarak ödüyor ve buradaki o birikenler senelerce o sigorta şirketlerinin cebinde kalıyor; bunun kamu maliyesinde kalması kamu yararı açısından değerlidir diye düşünüyorum.
Bir sorunumuz da şu: Türkiye’de bu milyonlarca liralık, yüz binlerce liralık malpraktis davaları… Bir cezai sorumlulukla ilgili davalar var -Mesleki Sorumluluk Kurulu bu cezai durumla ilgili bir düzenleme yapıyor- ve bir de tazminat davaları tarafı var. Bu tazminat davaları tarafında da problemimiz şu: Yurt dışında birçok ülkenin çalışmaları var. Türkiye’de sigorta sistemi mağdur olanı, malul olanı yeterince desteklemediği için, bir hekim bir komplikasyonla karşılaştığında bunu “malpraktis” olarak değerlendirip ömür boyu ona bakmakla ilgili bir tazminata mahkûm olabiliyor. Birçok kadın doğumcu arkadaş -görmüşsünüzdür, duyuyorsunuzdur- bu tazminatlardan dolayı artık hastaya dokunamaz hâle geldi. Biz olan uzmanlarımızı da yeterince kullanamaz hâle geldik. Ve bu yüksek bedelleri sigorta sistemi ödemediği için doktor bir tazminata muhatap olduğunda “Önümüzde bu kadar yaşam süresi var, bu kadar ihtiyaçları var; bunu da kimse karşılamadığına göre sen karşılayacaksın.” denip hekimin sırtına yükleniyor, bu doğru bir şey değil. Yani, Almanya’da sosyal devlet gereğini yapıyor; bir olumsuz bir durumla karşılaşsa bile hekim onun yükünün altında ezilmemiş oluyor.
Bizim bu sigorta sistemiyle ilgili bu kamulaştırmayı ciddi bir şekilde düşünmemiz gerekiyor, bunu çok da uzatmamak yani uzun vadeye bırakmamak gerekiyor.
Defansif tıpla ilgili olarak, özellikle hekimlerin… Hani, Cumhurbaşkanının son bir sözü oldu “Ben asistanlara bırakırım.” diye; inanın, kadro açıldığında 3 bin kadro bile açılsa kadrolar boş kalıyor. Şimdi, o kadroların sayısının 17 bine çıkarılmasıyla ilgili geçen bir personel cetveli açıklandı; bu kadar asistanı yetiştirecek uzman hekim yok. Az önce Fazıl Kasap arkadaşımız söyledi yani 2-3 yardımcı doçentle uzman hekim yetiştirilmez. Biz uzman hekimlerimizi kaybediyoruz, o yeni gelecek olanları kimler yetiştirecek?
Bir başka sorun da şu: Biz ne kadar sağlıkta şiddet vakası görüyoruz, bunların adli sicil kayıtlarının mutlaka Adalet Bakanlığında düzgün bir şekilde tutulması gerekiyor ki biz orada ne kadar şiddet vakası görüldüğünü bilelim, nelerden kaynaklandığını bilelim ve ona bir çözüm üretebilelim.
Nasıl bir koruyucu hekimlik durumu varsa, aynı şekilde, malpraktise karşı koruyucu tedbirleri alabilmemiz açısından gerçekten şeffaf bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Nerelerde bu sorunlar yaşanıyor? Bu sorunların sebebi cihaz-ekipman eksiği mi, personel eksikliği mi, aşırı çalışma mı? Bunların net bir şekilde, bilimsel bir çalışmayla ortaya konması lazım ki bir daha o sorunlar tekrar tekrar yaşanmasın ve bundan sonrasında insanlar zarar görmesin.
Burada Türk Tabipleri Birliğinden arkadaşlarımız da var, avukat arkadaşlarımız da var; arkadaşlarımızın da dinlenmesi yerinde olacaktır. Bu konuda meslektaşlarımızın bir meslek örgütü var, Hemşireler Derneği var, sendikalar var. Biz katılımcı bir yasa düzenlemeyeceksek, her gün bu davalarla muhatap olanlar, her gün yurt dışına giden hekimlerin başvurduğu meslek örgütlerini biz dinlemeyeceksek biz bu Komisyonda niye varız, niye buraya geldik?
Teşekkür ediyorum.
https://www.tbmm.gov.tr/Milletvekilleri/UyeKomisyonKonusmaTutanakDetay?tutanakId=49636
Yasama Yılı: | Ankara Milletvekili Lütfiye Selva Çam ve 109 Milletvekilinin, Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4290) (Tali komisyon) |
Birleşim: | 27 |
Tarih: | 5 |
Tarih: | 22 .03.2022 |