ALİ ŞEKER (İstanbul) – Şimdi, bu temel atmama törenine gelince… Şimdi, Sözen döneminde 3 tane biyolojik arıtma tesisi projelendirilmiş ve Dünya Bankasından da kredileri sağlanmıştı ve bu 3 proje de maalesef durduruldu. Bunlar da o 1989-1994 arasında hazırlanan projelerdi, maalesef hayata geçirilmedi; o da bugünleri getiren etmenlerden birisi, keşke çok daha erken bu projeler hayata geçirilmiş olsaydı, bunu ifade etmek istiyorum.
2019’da sürekli bir araştırma yapıyor biliyorsunuz, Alemdar 2 gemisi; 2019’da 2 defa ölçüm yapıyor, o ölçümlerde hidrojen sülfür yok. Hidrojen sülfürün oluşabilmesi için oksijensiz bir ortam gerekiyor, erimiş oksijenin olmaması gerekiyor ki orada hidrojen sülfür oluşabilsin. Geçen, iki sene önce tespit edemediklerini şimdi, maalesef yakın zamanda tespit ediyorlar. Bu, yani gerçekten kötü bir sürece gidişin alarmı aslında.
Müsilajda dolguların etkisinden de bahsediyorlar; kıyı flora ve faunası bozulduğu için oradaki çayırlar, deniz çayırların da tahrip olduğu için bu da müsilajın oluşumunda bir etmen olarak ortaya konuluyor. Maalesef hafriyat alanları İstanbul’da, özellikle büyükşehirlerde ve Marmara’nın her yerinde çok fazla miktarda ve dolgu alanları var. Bu sabah gelirken uçaktan çektim, üçüncü havalimanının hemen önü. Buralar hep hafriyatlarla dolduruldu, deniz sahipsiz gibi, ha bire denize doğru bir alan kazanma niyeti var, hatta orada, kıyıda bir plaj var, o plajın da doldurulacağı düşünülüyor, yani söyleniyor. Bu kıyıların bu kadar pervasızca doldurulması doğal hayata çok olumsuz etki ediyor. Bu konuda önlem almayı düşünüyor musunuz? Denizin sahibi olduğunu, denizin bu kadar tahrip edilmemesi gerektiği konusunda nasıl bir eylem planınız var?
Yine, Saros Körfezi’ne FSRU limanı yapılıyor. Bu tür limanlar başladıktan sonra arka arkasına geliyor ve Ambarlı’da biz onu gördük, çok sayıda liman yapıldı ve orası, denizin dibi 1 metre balçık şu anda.
Mevcut atık su arıtma tesislerinden çıkan suların analizinin şeffaf olarak kamuoyuyla paylaşılması düşünülüyor mu? Çünkü kamuoyuna açık olarak bunlar paylaşılırsa hem denetim vazifesi görür hem de işin üzerinde ciddiyetle durulduğu için onlara da kamuoyu denetiminde daha rahat çalıştırma baskısı kurulur o arıtma tesisleri üzerinde.
Bizim özellikle bu Kanal İstanbul’la ilgili olarak harcayacağımız kaynak çok ciddi bir kaynak, hâlbuki bizim en büyük kaynağa ihtiyacımızın olduğu alanlardan birisi deprem, diğeri de çok sayıda büyükşehirde biyolojik arıtmalar kurulması gerekiyor, bu konuda ciddi bir kaynağa ihtiyacımız var; kaynağın bu yönde kullanılması doğru olmaz mı?
Ben de arkadaşların sorduğu soruyu sorayım: Kanal İstanbul yapılırsa Marmara’da ölüm çok daha hızlanmaz mı? Bu konuda uygun olursa görüşünüzü açıklarsanız sevinirim.