ALİ ŞEKER (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sunumları için hocalarımıza da teşekkür ediyorum.
On beş-yirmi gün önce Küçükçekmece’de önce balıklar sonra da martılar öldü. Bunların bir incelemesi yapıldı mı? Bu zehirlenmelerin, ölümlerin bu toksik alglerle bir ilgisi var mı? Öyle bir çalışmanız oldu mu ? Öncelikle onu sormak istiyorum.
Daha önce İstanbul Üniversitesinin Küçükçekmece Gölü’nde araştırmalar yaptığını biliyorum. Marmara’daki bu müsilaj meselesinden önce, alg patlamaları önce Küçükçekmece Gölü’nde meydana gelmişti ve o dönemde de işte, açık foseptik hâline getirilen Küçükçekmece Gölü zaman içerisinde göz göre göre bütün canlılığını kaybetti. Bunun benzeri bir süreci şu an maalesef Marmara’da yaşıyoruz. Bu toksik alglerin önümüzdeki dönemdeki artışı konusunda “Red-Tide” dediğiniz kırmızı akın olayı İstanbul’da 28-29 Nisan tarihlerinde -arşivlere bakıyorum hep aynı tarihlerde- haberler çıkıyor. Öncesinde bu olayları çok çok yaşadık ve sonra da müsilajı yaşamaya başladık. Aslında bu konu o zamandan da görünür olmaya başlamıştı. Bunların işte, “pseudomonas”lar, “vibriyo”lar, kolilerin çok artması, bir de koli basillerinin patolojik formlarının tabii, incelenmesi gerekiyor, onlar ne kadar artıyor?
Bir başka sorum da bu hamsilerin kontamine olduğu bakterilerin Marmara’da fazla olmasından dolayı bakteriler histidinden histamin elde eden bir “histidin dekarboksilaz” enzimi oluşuyor bakterilerde ve bu hamside beraberinde histamin alınmış oluyor ve çok ciddi zehirlenmelere yol açıyor. Ben bu ilk vakaları Taksim İlkyardım Hastanesinde toplu olarak karşılamıştım, sonrasında da arttı bu vakalar. Şimdi, bu dönem, bu müsilajla birlikte bu bakteri sayısındaki ciddi artış müsilaj materyalinin içerisinde olması, böyle bir süreci özellikle erken dönemde avlanan hamside ve açıkta satılan hamsi de yeni bir kriz yaratabilir mi? Doğrusu bundan endişeliyim. Bunun da araştırılması gerekiyor.
Bir yandan, Beykoz’da midyelerde arseniğin yüksek olması ki bunlar bir yerde midyeler sürekli suyu öğütüyorlar ve filtre ediyorlar ve dolayısıyla da toksik maddeleri üzerlerinde biriktiriyorlar. Buraların denetimi konusunda da bir görev alınması gerekiyor. Tarım Bakanlığının özellikle bu bilgiler ışığında o bölgelerde midye üretimini, midye toplanmasını durdurmaları gerekiyor. O konuda oraları da uyarmamız gerekiyor.
İstanbul Üniversitesinin Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi vardı, maalesef, o bahçe elinden alındı. Türkiye’nin çok ciddi bir bilimsel birikimiydi. Orada tohum arşivi ve bitki arşivi vardı. O arşiv dahi elimizden alınmışken, bilimin elinden alınmışken, dünyanın elinden alınmışken sizin bu alglerle ilgili, mikroalglerle ilgili bir kültür koleksiyonu oluşturma çabanızı takdir ediyorum, olması gerekiyor ama bir yandan mevcut, Anadolu’nun her bir yerinden toplanan bitkilerinin olduğu arşive bu şekilde el konuluyorken, oranın özel koruma ortamı üniversitenin elinden alınıyorken umut ederim, alglerle ilgili bu arşiv oluşur çünkü bu gerekiyor. Bu zehirli algler konusundaki durumda insanların daha çok haberdar olması gerekiyor ki bu konuda bir duyarlılık oluşsun.
Yeniköy önü -bu İstanbul’da üçüncü havalimanının yapıldığı- bütün çöplerle dolduruldu, dolgu yapıldı, hem dolguyla orada, Karadeniz kıyısında, Yeniköy önlerinde çok ciddi bir tahribat yapıldı… Yeni projelerde de olduğu gibi, bu Kanal İstanbul’dan çıkacak materyalle Karaburun önü tamamen doldurulacak, dolgu yapılacak gibi bir… Bu başka bir katliam yani kıyı, bir miktar kirlettiğinizde, kendi hâline bırakıldığında temizliyor, işte, oradaki çayırı, oradaki yapısı bir şekilde onu elimine edebiliyor ama siz bir yandan kıyıyı tahrip ediyorsunuz, savunma mekanizmaları ortadan kaldırıyorsunuz, bir yandan aşırı kaldıramayacağı kirlilikle yüz yüze bırakıyorsunuz denizi, bir yandan kum çekiyorsunuz. Çok ciddi manada kum çekildi. İşte, ÇED raporları nasıl verildi? Kim verdi? Yani bilimle alakası olmayan insanların mı vermesi gerekiyor? O Yeniköy’e yanaşan Hollanda’dan gelen bir kkum gemisi sürekli dibi tahrip etti. Kıyıda ne balık yuvası kaldı ne çayır kaldı, deniz çayırı kaldı ve sonuçta bu süreçleri maalesef yaşıyoruz. Bir de üstüne üstlük Kanal İstanbul’la organik yükü tekrardan İstanbul’a getirmenin İstanbul’da ve Marmara Denizi’nde çürük yumurta kokusu olacağını ifade ediyor Cemal Hoca ve özellikle bu konuda çalışanlar. Yani göz göre göre Marmara Denizi’ndeki oksijenin daha da azalacağı ve canlılığın yok olacağı ve çürümenin meydana geleceği bir ortam konusunda Kanal İstanbul’da ısrar edilmesini bilim adamları olarak nasıl karşılıyorsunuz?
Arıtma tesislerinin izlenmesi mümkün. Ne kadar çalışıp çalışmadığını elektrik faturalarından dahi anlayabiliriz. Bu, bu kadar mümkünken sadece bu müsilajın söz konusu olduğu dönemde cezada göstermelik artışlar var. Bir, önce olanları çalıştırmalıyız yani mevcut, hazırda olup da çalışabilecek olup şalterini çevirmedikleri için çalışmayan tesisleri mutlaka çalışır hâle getirmek gerekiyor. Bir de ileri biyolojik arıtmaların sayısını çok daha fazla artırmamız gerekiyor ve bunların da… Yani kaliteli bir şekilde arıtma yapıldığı takdirde bile yine Marmara Denizi’ne ciddi bir yük yüklenecek. Bu konuda, arıtmalar konusunda özellikle yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? İleri biyolojik arıtmanın her yerde yapılmasını teşvik etmek mi gerekiyor? Özellikle kimyasal arıtmanın, işte, sanayi atıklarının arıtılmasının çok önemli olduğunu biliyoruz ama işte, Ergene’de dahi o bütün sanayinin yükünün alındığı, o atık suyu evsel arıtma gibi bir arıtmayla direkt derine basıyoruz. “Bu çok ciddi manada, o bölgede özellikle monitörize de etmek gerekiyor.” diye, “Özellikle sabit bir monitörizasyon gerekiyor.” diye birçok arkadaş da söyledi. Yani bu kadar yoğun bir kirliliği verdiğimiz takdirde… Yani bunun böyle olacağını zaten sizler de söylüyordunuz bilim adamları olarak ve biz bunu yaşadık. Bunu durdurmak mı gerekiyor? Yani bilim adamları durdurmanın da hızla yapılması gerektiğini düşünüyor. Biz bütün Marmara’yı kirletip temizlemek yerine niye atıklarımızı temizleyerek Marmara’ya vermiyoruz?
Teşekkür ederim.