03/11/2021 tarihli Müsilaj Araştırma Komisyonu

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Bakan, değerli bürokratlar; müsilaj sorunu, Tarım Bakanlığını hem tarımsal kirlilik yükü nedeniyle bunun oluşumunda muhatap alırken, bir yanda da gıda güvenliği açısından -balıkçılık- halk sağlığı açısından da yine sizin alanınıza giriyor.

Özellikle Gemlik tarafına gittiğimizde, bir arıtma tesisi, hemen yanından zeytin kara suyu akıyor, derenin hemen yanı başında. Orada bir başka sorun -Türabi Bey bahsetti ama- “Sadece Velimeşe kaldı, diğer yerler tamam.” diyoruz ama biz gittiğimizde ki siz de gittiğinizde mutlaka görmüşsünüzdür, simsiyah akan, kokan bir nehir ve insan yanına yaklaşamıyor. Yani madem bütün bağlantılar yapıldı, arıtmadan derin deşarja veriliyor çıktılar, bu niye hâlâ simsiyah akıyor, niye hâlâ yanına yaklaşılamayacak kadar kokuyor? Ki bunu Velimeşe dışındaki bölgeler için söylüyorum, hadi orası istisna olsun.

Bir başka sorun -Rıdvan Bey de bahsetti- derin deşarjın olduğu yerde ağır metallerle ilgili binlerce, on binlerce katı yüksek çıkıyor normal deniz suyuna göre. Bu da şunu gösteriyor: Sanayi tesislerinin arıtmalardan da geçmiş olduğunu farz etsek bile, bu ağır metallerin hiçbir şekilde tutulmadığı, kendi tesislerinde kimyasal arıtmaya tabi tutulmadığı da ortaya çıkıyor. Bu yönüyle de Marmara ciddi zarar görüyor. Bu, uzun vadede balıkçıların çok daha sıkıntı yaşamasına yol açacak, sağlık açısından da ciddi sıkıntılara yol açacak. Tekirdağ’da üniversitemiz istavritle ilgili, bağırsak florasında bakterilerle ilgili bir çalışma yapmıştı. Yine, benim kendi tespitim vardı; 97-98 yıllarında, hamside “fotobakteri” dediğimiz bir grup, ışıkta ortaya çıkan, hatta bu strafor olayları falan ondan sonra gündeme geldi, FDA’ın balıkçılıkla ilgili standartları alındı; o zaman işte bu konu yani balık nasıl satılmalı, nasıl korunmalı, nasıl muhafaza edilmeli, bunlar gündeme gelmişti o dönemde bu Marmara hamsisindeki kirlilikten dolayı. Erken avlanan dönemde ve güneşte tutulan balıklarda biz zehirlenme görüyorduk, histamin zehirlenmesi. Bu, “tuna balığı hastalığı” diye daha önce literatürde olan hastalığın Türkiye’de görünür şekli oldu. Bu da bu bakteriyel kirlenmenin, Marmara’ya çok yoğun kanalizasyon deşarjının bir sonucu olarak bir sıkıntı yaşattı ama korunarak uygun bir şekilde tüketilirse bir zararı olmuyor. Ama erken dönemde, güneşte de pazarda da işte sıcaklarda açıkta satıldığında biz bunu yaşadık; sadece 97-98’de değil, daha sonra 99’da da yaşadık depremin hemen akabinde. Bunları zamanında Sağlık Bakanlığına bildirmiştik ta o dönemlerde. Yani biz burayı kirlettikçe oradan beslendiğimiz balık olsun, diğer midyeler olsun, onlar üzerinden bize tekrar bir zarar verebiliyor.

Bir başka sorun; bu algler, müsilajda şu anda ortaya çıkan görüntü görsel olarak zarar verdi, işte alt tabakalara ışığın geçmeyişi olarak zarar verdi, balık ölümleri ve midyelerin ölümü şeklinde zarar verdi. Ama bu toksik alglerle ilgili çok ciddi bir riskten bize bahsetti buraya gelen öğretim üyesi arkadaşlar, özelikle Muharrem Bey; İstanbul Üniversitesinden zannediyorum. O toksik algler eğer başlarsa, insanlar ne denize girebilecek ne oradan bir şey yiyebilecek, böylesi bir risk var. Bu konuda alg kültürünün oluşturulmasının ve bu koleksiyonun toplanmasının, denizlerimizde, akarsularımızda, göllerimizde hangi algler var ve normal durum ne, neler artıyor, bunları yakın izlemenin önemli olduğunu ifade etti ve özellikle bazı bölgelerdeki toksik alg sorunlarının dünyanın değişik ülkelerinde çok ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını… Bu konuda Bakanlığınızın bir tedbir alması, ileride yaşanabilecek bir şeyin önceden önünün kesilmesi açısından, erken farkına varılması açısından da önemli.

Bizim burada yapmamız gereken, bu kadar yoğun atık var ve bu atıkların çevreye bir yük olarak bırakılmaması… Yani sanayici kendi imalatını yaptıktan sonra bu imalatın neticesindeki o kirliliği kamuya yüklememeli, çevreye yüklememeli, tarımın sulama suyuna yüklememeli. Bu konuda şu ana kadar yapılanlar yeterli değil kki gerek Susurluk’ta olsun gerek Nilüfer’de olsun gerek Ergene’de olsun, biz bu sıkıntıları hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Bunu mutlaka gözden geçirip bu denetimleri sıkı bir şekilde artırmak gerekiyor.

Bülent Şık, 2011-2016 yılları arasında, Ergene, Kocaeli, Antalya bölgelerindeki tarımsal sulamada kullanılan suların zehirlenmesi, pestisitlerin, ağır metallerin bu sular üzerinden tarım ürünlerine ve insan sağlığına etkileriyle ilgili bir araştırma yapmıştı. Sağlık Bakanlığından biz bunu istedik, Sayın Başkan talep etti zannediyorum. Siz bunların sonuçlarıyla ilgili bilgi sahibi misiniz, onlarla ilgili bir tedbir aldınız mı, bir önlem aldınız mı? Bunu da sormak istiyorum.

Bir de aşırı avlanmanın getirdiği sıkıntılar var. İşte algleri tüketecek olan balıklar var, küçük balıklar özellikle ve o balıklar çok aşırı avlandığında bu alglerde anormal bir artış olabiliyor ve bu da müsilajın bir sebebi olarak gözleniyor. Özellikle göç eden balıklar değil de yerel balıklarla ilgili bir kota, gerektiğinde balıkçılara destek konusunda, özellikle aile balıkçılığına destek konusunda bir çalışmanız olacak mı?

Bu gırgır türü avlanan balıkçıların, özellikle o büyük hacimli avcılığın diğer küçük balıkçıların havuzundan da ciddi manada balık eksilttikleri ortada. Bunlarla ilgili bir kota çalışması düşünüyor musunuz yani özellikle iç deniz olan Marmara’da bu kadar yoğun avlanmamaları konusunda?

Bir başka problem de burası -bu fotoğrafı ben kendim çektim, şöyle size elden uzatabilirsek- Istranca kuzey ormanları dediğimiz bölge; Halkalı-Havalimanı arasındaki metrodan çıkan beton atıklar ve hafriyat atıkları maalesef ormanı…

TARIM VE ORMAN BAKANI BEKİR PAKDEMİRLİ – Neresi burası?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Burası, Arnavutköy ile Eyüpsultan arasında daha önce kaçak döküm yapılan bir yer. Çok küçük bir alanda kaçak döküm yapılıyormuş, şimdi o kaçak döküm yapılan yerde sanki sizin de izniniz varmış gibi ifade ettikleri… “Orman Bakanlığı izin verdi.” şeklinde bir cevap gelmişti bana. Orada orman betona gömülüyor, canlı orman betona gömülüyor resmen ve ormanın bir kısmı kesilmiş, bir kısmı da canlı canlı o beton atıklarla yok ediliyor. Yani buna müsaade etmemek gerekiyor, bu bir çevre katliamı. Hani taş ocağıdır, boşluktur, bunlar doldurulur, bu anlaşılabilir ama orada canlı ormanın üzerine bunun dökülmesi kabul edilebilecek bir şey değil; bence, yerinde de gördüğünüzde hak vereceksiniz diye düşünüyorum çünkü taş ocaklarıyla bu ormanları yok ettirmememiz lazım. Orman vasfını kaybetmiştir, tekrardan orman hâline getirilecektir, üzerine kapak toprağı konacaktır falan. Böyle bir şey belki olabilir ki hiçbir alanı, orman vasfını da kaybetse bu amaçla kullandırmamak gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda da ormanların ciddiyetle korunması konusunda daha çok sorumluluk üstlenmeniz gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ederim.